12.10.24

yaşadığım ilk fiziksel taciz ilk okul zamanlarımdaydı. köyümdeydim. sevale, ödev yapmaya mı gidiyordum, yoksa ödevden çıkmış mıydım, hayır sevale gittim, kapıyı çaldım, mavi demir bir avlu kapısı. evde yok. geri mi döndüm yoksa hakikaten çıkışta mı oldu olanlar ? 3.sınıf olabilir. çocuğun ismini hatırlayamıyorum, sevalgilin bi çaprazındaydı evleri. arkamdan yürüyüp pandik attı. yani parmağını götüme soktu çamaşırımın üstünden. olayı o sırada nasıl kavradım bunu da hatırlamıyorum. fakat eve vardığımda annem ocakta bir şeyler pişiriyordu, ona anlattım mı anlatmadım mı ? annem ciddiye aldı mı almadı mı ? kanal d'de piton yılanlı film vardı. dışarıda saklambaş oynuyorduk, ezan okundu. babam nagihangilin avlu kapısının önünden gözüktü. dövecek, ya da uzun saatler sürecek öğütler verecekti. çok sinirliydi. ezandan önce eve gitmeliydim aslında. eve varmadığıma mı kızmıştı, çöpteki calpolü içtiğime mi ? dövmüş müydü ? nagihangilin avlularının iki kapısı vardı. çarşıya bakan kapının ilerisi yıkık, kerpiçten yapılma evlere çıkıyordu. ev de değil duvarlardı aslında sadece kalan. orası bana hep gizemli gelirdi hehe. diğer kapı da güvensiz bulduğum bi yola çıkıyordu. yolun tam tersi bizim evin aşağı kapısına varırdı. bizim avlumuzda iki ev vardı. biri beton diğeri kerpiç. kerpiçte kalanın adı, yine hatırlayamadım. iki manyak erkek çocuğu vardı, anaları da hırsızdı. ama çok çalışkandı, sürekli boktan tezek yapıp satardı orda burda, tezek paralarıyla ev bile aldı köyden. çok manidar, kapitalist düzende bokun para etmesi. bir ara, çok şiddetli bi yağmur yağarken büyük oğlanlarından biri şemsiyeyle bizim evin kenarından geçerken şemsiyenin üstüne verandadan bir soba kurumları akmasın diye asılabilen hazneler olurdu, çocuğun kafasına onu fırlatıp eve kaçtım. çocuğun kafası kanamış, sonrasında annesi anneme söylemişti. 'ben yapmadım' dedim. yalçın tosunun kitaplarına, hanekenin beyaz bant filmine kendimi bu kadar anlamsız bir şekilde yakın hissetmem bundandı sanırım. çocukluk, saf kötülük bi yerde. uygun koşullar sağlanmadığı sürece. babam annemi o zamanlar döverdi, beni de döverdi. beni 18 yaşıma kadar dövdü. bi akşam, kız kardeşim tarlalar için traktörlere takılan sivri uçlu (çapa olabilir) demir aletin üstünden düştü. baldırı yarıldı. 8-9 cm bir açıklık. o korkuyla kardeşimi eve bırakıp ananeme kaçtım, çünkü neden kardeşime bakmamıştım, suçlusu bendim, kesin dövecekti. hemen haberleri olsaydı dikiş atılırdı, öyle olunca iz kalmazmış. hemen haber vermedik, o sırada kardeşim neler yaşadı bilmiyorum. arife! analarının adı arifeydi. benim bisikletimi, kömürlüğümüzdeki bi şeyleri çalmışlardı. bisikleti babam buldu arifelerin eski evlerinden. vay be, aslan babam ! bi gün eve playstation ile geldi, herkül ve crash bandicot. dayım da oynamaya gelirdi. herkülün sekizinci bölümünü geçemezdim. dayım da bi garipti. dedem onu lise yaşında askeri okula verdi, dayım ömür boyu sürecek bir kin besledi özgürlüğü elinden alındı diye. gerçi üniversite puanları da pek iyi değildi. gizli saklı aşk mektuplarını okur, lacivert ciltli kareli defterinde yaptığı amatör graffitileri incelerdim. neyse devam ederim sonra. bugünlük bu kadar tramva yeter.

10.10.24

velnıs

mini bi aydınlanma geldi. öncesinde bi tık pms+regl+grip voltranı biraz mallaştırdı sanırım. aklımda hep geçmiş, iyi kötü anılar, travmalar, kafayı yakmış gibiydim. bedenim de çökmüştü. bir mini takviyenin bütün sistemimi doğrultacağını nerden biliym. valla çoğu şey, zank diye geldi ha. anaaaaa dedim. ama yine de yaşadıklarımı barışçıl bir wellnessımla anlatacağım. fakat aradaki sınırı da çok iyi korumak gerekiyor çünkü bi süre sonra geçmişte yaşamaya, kaygı dolu kuyuya ittiriyorsun kendini. şimdilik bu kadar.

8.10.24

berbat karakterleri olan berbat insalara mı aşık oluyordum, ya da onları bir süre sonra ben mi berbat hale getiriyordum, ya da, biz ikimiz yan yana gelince mi berbatlaşıyorduk ? geçenlerde kaç kişiyle yattığımı yazdım. şimdilik sayı 20. içlerinde toplasan 4ü uzun ilişki, aşk. neyse hepsini sıra sıra yazmaya karar verdim. kararımda hala kararlıyım. tüm bu sayıların bu kadar çok olmasının sebebini, sevilmek istemeye mi bağlayabilirim ? annemden babamdan çocuk iken gerekli sevgiyi, korumayı, saygı duyulmayı alamadım belli ki. o kadar çok istiyorum ki sevileyim, benim sevmem önemli değil oluyordu bazı zamanlar. totalde hep şu döngü, aynı loop: nedense gideceğine dair bi kaygı, aldatacağına dair bi kaygı, sevmediğine, yetersiz olduğuma dair bir kaygı, karşı taraf daha önemli, onun dediği altın bi kural gibi, uymalı, itaat etmeli, aman aramız bozulmasın. sürekli bi karşı tarafı sınama hali, gidiyo gibi yapıp gitmeme hali. ayrılıyo gibi yapıp geri dönmesini bekleme hali, yalvarma hali. aynı şeyleri kendi kendime o kadar çok yaşattım ki hiçbirinin üstüne de düşünüp ulan ben napıyorum dememişim, ve şimdi hepsi sanki hepsini bi anda yaşıyomuşum, dün gibi yaşamışım hatırında.

26.9.24

Sevgili Yüksel Hocam, merhabalar. Size aramızdaki kırgınlık/iletişimsizliği düzeltmek, az da olsa sebeplerini tahmin ettiğimi söylemek, Meltem hocayla aramızda geçenler hakkında size kendimi ifade etmek istiyorum, çünkü aramızdaki bu kırgınlığın bir sebebinin de onun size benim hakkımda anlattıklarıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Çekya'dan döndüğümde ne yapacağımı bilemez bir haldeydim, olayları kavrayacak bir ruh sağlığım yoktu. Kendisi benim aklıma yavaş yavaş girdi, bana sürekli 'senin maneviyatın eksik, sen maddi manevi hiçbir şey istemiyorsun, neden yaşıyorsun ki sen' diyordu. Bugün karnım ağrıyor dediğimde gökyüzünden olduğunu inanarak söylüyor, kendisini 'şifacı' olarak tanımlıyordu. Bana da yer yer sen de şifacısın diyordu. 'senin benle tanışman bana verilmiş bir görev, ben bunlara görev diyorum' diyip kendisini seçilmiş bir kişi olarak görüyordu. Bana bağ koparma meditasyonları atıp, günlerce 'yaptın mı sana verdiğim ödevleri' diyip sorguluyordu. En sonunda yapmadığım halde kurtulmak için yaptım dediğimde 'anladım biliyor musun, çünkü sen de bir şey var, seni bir türlü sevemiyorum ama şu an enerjin çok temiz' dedi. Kendisine karşı saygı duyup sevdiğim için, bu söylediği her şeye yavaş yavaş inanmaya başladım. Beni bir şekilde eksik hissettiriyordu, maneviyatımın olmadığını kötü bir şeymiş gibi söylüyordu. Üzerindeki taşlara saçım bile değse 'taşımı elleme' diye uyarıyordu. 'Sana niye bunu söylüyorum bilmiyorum ama kendini toparla elif, deli gibi bakıyorsun, senin üstünde bir şey var, birinin bağı gitmemiş senden' diyor, elimi isteyip fal bakıyor, ayak parmaklarıma bakıp hayatım hakkında yorumlar yapıyordu. Benim ona anlattığım özel hayatımı, erkek arkadaşına ve kız arkadaşlarına anlatıp, onların benim hakkında neler söylediğini bana anlatıyordu. Senin vesvelerin gitti di mi elif, çünkü onları ben aldım, artık vesveseliyim, ben bu şekilde acı çekiyorum, allah da beni ödüllendiriyor diyordu. Bana sınav taşı, koca bulma taşı verip takmadığımda, arkadaşının 'durugörü' baktığını ama ben taşı takmadığım iiçin bakamadığını, enerjimin onlara çok ağır geldiği söylüyordu. 'Demek ki sende çok ağır bir enerji var, önümüzdeki 60 gün kırmızı giy' diyordu. Oturacağı koltuğu eliyle süpürüp 'başkasının enerjisi kaderi bana geçmesin' diyordu. Daha birsürü inandığı hurafelerden örnekler... Bunlarla başa çıkabiliyordum fakat en son, benim hakkımda arkadaşı yağmur'dan indigo reçetelerini çaldığımı, bundan para kazanacağıma dair bir dedikoduyu bütün kursiyerlere anlattı. İnsanlar bana garip garip bakıyor, doğal boyama workshop'u verip vermeyeceğimi soruyorlardı. Ağlamadığım halde insanlara elif ağlıyor, şunu şunu demişler gibi sözler yayıyordu. Beni birine sarılırken görüp o kişiye ' elif'ten beyaz ışık çıktı, gördüm, o beyaz ışık onun negatif enerjisiydi ve sana geçti' diyordu. Workshop için bina sahibi olan kişiyi arayıp 'Elif'i engelleyin, yapmasın' gibi uyarılarda bulunuyordu. Beni kıskandığını, bu nedenle size de beni kötü gösterecek şeyler anlattığını, art niyetli biri olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle oradan arkama bakmadan ayrıldım. Vicdanım rahattır Yüksel Hocam, bana inanırsınız inanmazsınız bilemiyorum, ben yine de size anlatmak istedim. İyi çalışmalar dilerim, kendinize iyi bakın hocam.

kemal, 2012

soğancık durağında inmeliydim. sürekli durak isimlerindeydi kulağım, inebilecek miydim, hangi çıkıştan çıkmalıydım, ben de fotoğraf makinemi getirmiştim, acaba bana neler öğretecekti. neticede indim. fakat, yanı sanırım, evine kadar beni karşılamamış, beni ayağına bekliyordu. ben ters yöne doğru yürümeye başladım. en sonunda çıktığını gatırlıyorum evinden, beni karşılamak için. evinde bana kahve ikram etmiş miydi? hatırlayamıyorum. aptal küçük bir halısı, amerikan mutfağı, küçük bi yatak odası ve eşeğe asılmış kıyafetleri vardı. gri bir sweatshirtü. bilgisayarda fotoğraflarını gösterdi. genellikle moda çekimleriydi bunlar. makinemi ona bırakmamı, denemek istediğini söyledi. fakat bu makine babamdan bana kalan kaç yıllık bir 35 mm'di. yine de verdim. hadi dedi senin fotoğraflarını çekelim, bi de tshirtünü çıkar bakayım öyle çekelim, istersen bi de yatakta çekelim? yatağa geçtik, soyundum. aklımda ne vardı hatırlamıyorumm, fakat kasıklarımı girmek için zorladığını hatırlıyorum. kız arkadaşıyla her yerde yapabiliyormuş çünkü o hemen ıslanıyormuş. kendimi ıslanamıyorum diye kötü hissettiğimi hatırlıyorum. çok zorlamış olmalı ki yurda dönerken yürüyemediğimi hatırlıyorum, bir kayganlaştırıcı kullandığını, sonunda vazgeçip uyuduğumuzu, içim rahatlamıştı. çünkü penetre olmamız gerektiğini, ona ispatlamam gereken bir şeymiş gibi düşünüyordum ve olamamıştı çünkü ben bakireydim. uyuduğuna sevinmiştim. o gün mü çıkmıştım evinden yoksa ertesi sabah mı hatırlayamıyorum. yanlış durakta inmiştim, kasıklarım çok acıyordu. benim hatırımda hala. sevgili kemal, 20 yaşındaki birini fotoğraf çekme bahanesiyle soyundurup kandırmamalıydın. öyle ya bazılarımız kötü insanları sonradan tanıyor. seni affetmiyorum. üzerimde kurduğun o geri zekalı otoriteyi affetmiyorum. sonrasında makineyi vermemek için bahaneler üretmeye başladı. özellikle arayıp soğancık'a tekrar gidip aldım makinemi. gelip gelmeyeceğinden bile emin değildim halbüki.

20.9.24

hemen bunu aktarmam lazım. yaklaşık bir aydır bir yarışmada 10 finalist içinde seçildiğim için firmaydı, baskıydı uğraşıyorum. karşı taraf da, ürettiren taraf yani, onlar da gayet emek verdi. fakat bir yanım ister istemez, yani %5'lik kısmı karşı tarafı suçluyor. neticede ben kendi firmalarımı bulup istediğim yöntemde ürettirecektim. (kalbim sıkışıyor) fakat bu sürecin sanayileştirme kısmı sıkıntılı olunca, haftalar sonraki bekleyişten sonra, büyük firmalarla %80 tercih edebileceğim bir kumaşla sürece girildi. süreç zaten stresli, desenleri soterlerken gözüm bir süre sonra renklere, tonlara, şekillere tembelleştiği için desen değişti mi değişmedi mi fark edemiyorum. soterliler tamamen değişti. benim paftada gönderdiğim desenler birim, soter(sıkıntılı) ve aynalıydı. elimdeki imkanlarla bastırdığım ise aynalıydı, çünkü bütün kompozisyonu göstermek istedim. bi yanım da derdimi sikem diyor :D neyse neticede x firmasıyla cupro kumaşa baskı alınması kararlaştırıldı. bu süreçte ben oldukça kararsız, kim ne derse onun tarafına giden, doğru evet böyle daha iyi diyen bi yaklaşımım vardı. bu tabi bu süreçte büyük sıkıntılar doğurdu. tamam öneri almak iyidir ama projeyi başından kararlı, net ve berrak bir şekilde tasarlamayınca biraz götünde patlıyor. yani iş var ama hikaye yok. bunlar benim kendimde gördüğüm eksik yanlardı. karşı tarafı da yanılttım tabi, ben ne istersem onu yapacakları için. kendi istediğim firmalara yönlendirince benim sıram en sona düştü, kalan günüm de iki hafta. bir haftasında firma yetkilisi tatile gitti zaten. öyle. bi şekilde işler sarı ve yeşile kaçan bir tonda çıktı, benim maviler gitti. aslında sabah bunları yazarken çok çok üzgündüm. ama şimdi bi ara verip yemek yedim, geldim, mutluyum. olacak olan olur, ne olursa olur, ne olmazsa olmaz. cumaları seviyorum, iki gün sıfır insan, ful dikiş, evin iyileştiriciliği, dinginliği. oh.

19.9.24

hayatımın en analizci bölümü. kafam geçmişe, anılara, kişilere, alakasız kişilere, alakasız anılara dönüpduruyor. arkama bile dönüp bakmadan gittiğim yerler, insanlar, bağlantılar. aslında o zaman tüm zaman boyunca bağlantısı kopmamış mı ? yaşadaığım tüm travmatik anlar, mutlu, normal anlar, hepsi. yazdım googlea, hipertimezi çıkıyor. ay bu muyum acaba dedim. nope, değilim muhtemelen çünkü ben 2 aralık 2002de ne olduğunu hatırlamıyorum. sanki söyleymiş gibi geliyor, hepsini 32 yıl boyunca halının altına süpürmüşüm de, şimdi beynim yüzleşme, hesaplaşma istiyormuş gibi, ve bu sefer ilk defa, aman ya diyip kapatmıyorum konuyu, akışına izin veriyorum, o anlar durup durduk yerde, ya da anımsatan bi kokuyu aldığımda geliyor, izin veriyorum, sonra da düşünüyorum, ben bunu neden hatırlıyorum? ben de bu sebeple, aklıma gelen her insanı yazmaya başladım. yaşadığım tüm ilişkilerde nedense mağdur olan taraf bendim, her zaman kendimi kendim haklı çıkardım. ama şimdi sanki gözüm çok objektif bir yerden yaklaşıyor gibi, konuşmadığım tüm insanlarla konuşmak istiyorum. hesaplaşma gibi de değil.şimdilik bu akışa izin veriyorum, sonunu bilmiyorum bir şekilde ya bana daha iyi gelecek, ya da hatırımda artık daha fazla yer kaplayacak. ama bu sefer yazacağım. hepsini. tüm anıları, yaşadığım korkunç şeyleri, davranışlarımın arkasındaki travmatik geçmişi. hepsini bir bir yazacağım.

18.10.17

5.6.17

dün sabah işe giderken allah allah ya bayadır taciz edilmedim diye düşünmüştüm ve şaşırmıştım. iyi ki düşünmüşüm. işte benim canım kitkat çekti. ufuk da sodaya girelim bence demişti. bakkala gidip dolaba bakındım. dolapta beypazarı yoktu. bakkaldaki erkek kişisine dolapta beypazarı yok mu dedim. yok ne varsa ordakiler var dedi. bunu derken bacaklarımla konuştu(etekgiymiştim.) kızılay da mı yok? yok maalesef(hala bacaklarımla konuşuyor,bu sefer daha da transa girmiş halde)
toplumla ilgili içimde sönmeyen ukdelerim var. mesela DOSTUM BACAKLARIMA BAKMAZSAN SEVİNİRİM, gibi. allah belanızı vermiyor, bir türlü vermiyor.

10.4.17

فؤاد

مِنْ قََلْبِي

27.3.17

erken boşalanlar kulübü

22.3.17

Hayatım, woody allen absürdlüğü ve jim jarmusch diyalogları arasında mekik dokuyor. Gerisini siz düşünün.

13.2.17

sen beni anlamadın.
ben seni anlamadım.

böylece anlaştık.

8.1.17

2017, çok güzel geldin be!

3.12.16

selenin köpeği ölmüş bugün. salı günü de 11 senelik kedisi. selenin köpeğini çoban vurmuş. koyunlarına saldırmış. Saçmaymış adı tüfeğin sanırım.

Günlerim saçma sapan geçiyor. Öylesine bıraktım ki, ve sanırım çevremdeki herkes de öyle. Kiminle konuşsam ne işinden mutlu ne hayatından. Hiçbir şey onlar (ve benim) için yolunda gitmiyor. Üretime dair yaptığım tek şey mimar Sinanın sosyoloji yüksek lisans derslerine devam etmek, resim kursuna devam etmek, duyguyla örgü ve okuma günleri yapmak. Zamanım yok, param ise hiç yok. Kirayı ödedim, fatura parasına da yetsin diye elimdekini de harcayamıyorum. Ki zaten ben galiba hayattan pek bir şey beklemiyorum. Öyle hiçbir şey harcamıyorum ki geçen gün bir çoraba on beş lira verdim. Paramın yetip yetmeyeceğini düşünmememin bazen hakkım olduğunu düşünüyorum. Yedi ay geçmiş muhtelifte çalışalı. Yedi ayda ne çok şey öğrendim, ne çok olgunlaştım, ne çok insan tanıdım. Güzel kuyruğun yarası hala içimde. Kenarlarda bir yerlerde, bir köşede duruyor güzel gözleriyle. Kimse ölsün istemiyorum. Ölümü henüz kabullenebilecek bir yaşta değilim. Bağlarımı kesip koparabilecek bir yaşta değilim. Alışmamam lazım desem de kendime alışıyorum, hem de nasıl alışıyorum. İnsanları sevmekten alamıyorum kendimi, onlara sarılmaktan, öpmekten, gülümsemekten. Sinirlerim bozuluyor, gülüpduruyorum. Bir insan ölümünü neden saklar, ölüm neden gömülür, öleni neden yakarlar? Bir karga ölmüş bir kargayı neden gömer? Çoğu gece başım dönüyor, düşünemiyorum, delirdiğimi zannediyorum, saatlerce anlamsız şarkılarla dans ediyorum, saatlerce. Yorulduğumu bile hissetmiyorum. Babam beni siktir etti. Dönüp babama sarılamıyorum. Fotoğraflarına bile bakamıyorum, canım yanıyor. Küçücük bir odam var. Odamda yaşamım. Kardeşim geldi geçenlerde. Altı aydır görmüyordum onu. Yürüyoruz ama sessiziz. Neden? Gırtlağımızda düğümlenmiş birsürü şey. Annemi kaybettim rüyamda. Kollarım, vücudum her yerim erimiş. Yanlış yeri seçmişim, seçmeseymişim annemi görecekmişim. Beklemek ayrı sıkıcı. Beklediğim için kendime kızıyorum. Hatta öfkeleniyorum. Bazıları değil, herkes iyi ki var.  neyse ki, kasımı atlattık.

21.11.16

'1 dakika önce
Şimdi artık, bütün toplantıları iptal edin.'
yakup kahveyi acı severmiş. soğukken bile içiyormuş. geceden hazırlayıp, kalanını sabah da. aşağıya iki tabak koydum dün. anısına acı kahve içtim. yakubun anısına da acı kahve içmiştim. anısına yaban mersinli pasta yaptık. yaban mersinli pasta. peri gibi pasta. çünkü güzel kuyruk peri gibiydi. kani nefes alsın diye dilini çekip çıkarıyordu. ama güzel kuyruk nefes almadı. ayrılık çeşmedeki mezarlığa gömdük. yol boyunca aklımda ederlezi. mezarına şarap dökmek istedim. poşetini açmadık. üç değil iki çay tabağı. güzel kuyruk rüzgar oldu gitti. uçtu. bir pazar günü. normalde de öyleydi ya, hani kendi halinde, sessiz sakin. aşağıya en son o inerdi. hilmi vuruverirdi. olcayla bakışırlardı koyduğum ıslak mama tabağına, nezaketten. ölümünü seçmiş gibi, pazar günü, kendi halinde, kafenin hafta içinde en sakin olduğu gün gitti, nezaketen, belki mahcubiyetten. tüyleri bir şişede şimdi. kasım ayı 24 sene boyunca hiç bu kadar ağır geçmemişti. 'umudum üzülüyor'. canım güzel kuyruk. eski adı padme'ymiş. kucağa gelmiyordu mesela. ama sevdirirdi. samimiyetinden şüphe etmedim. canım yanacak, bir ölümü daha kaldıramayacağım diye kimseyle bağ kurasım, sevesim, alışasım gelmiyor. sonra çok bencilce bir yerden diye düşünüyorum. 'matematik değil ya' der duygu hep. yirmi kasım iki bin on altı. güzel kuyruk göçtü. saat 9.30da kafeyi açtım. saat 9.30da kafeyi açalı beri gördüğüm görüntüler, dinlediğim sesler, saat birde güzel kuyruğun aşağıdan gelen sesi, aşağıya titreyerek inişim, güzel kuyruğun her zaman durduğu yerden inleyişi, onu ordan çıkaramayışım, koltuğu çekişim, güzel kuyruğu kucağıma almam, yukarı taşımam, ayakları kırılmış diye korkup yukarı bırakışım, yürüyüp çiçekli sandalyenin altına yatıverişi. eylemin gelmesi, kaninin gelmesi, ağzındaki köpüğü görmesi, karnına bastırışı, hmm demesi. hmm. kliniğe gelen hastaya 'önce bu kediye bakmam lazım, bu kedi ölüyor çünkü' diyişi, tüylerini kazımamız, damar yolu arayıp bulamayışımız, sonra kaninin bizi dışarı çıkartması, eylemin ağlayışı, öykünün ağlayışı, duygunun içeride ağlayışı, sidarın sessizliği, ayhanın tütün sarması, eylemin elinde boxla hıçkırarak dışarı çıkışı, benim köşede oturmam, hissizliğim, kürek bulmamız, mezarlığa yürüyüşümüz, akşam salak salak şeymlıs izlemem, 3 saatlik uykuyla duruyorken uyuyamamam, salak salak sahafa gitmem, salak salak kitap okumam, ne yaptığımı bilememem, ertesi gün her şey normal gibi davranmamız, prenses denilince içimizin burkulması, normal gibi patates soymam, normal gibi yemek yememiz, normal gibi okuma yapmam, normal dertlerimi düşünmem. niye gitti ya. niye öldün ki durup dururken, neden. sessizliğimle içime gömülüyorum. yakup belki tercih etmişti intihar etmeyi. sen niye gittin ki güzel kuyruk. canım güzel kuyruk. hatırana pasta yaptık. sana layık bir pasta. yaban mersini de koyduk içine.

2.11.16

:((


BİR GÜN SABAH SABAH

Bir gün sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni:
Ki, sisler daha kalkmamıştır Haliç ten.
Vapur düdükleri ötmektedir.
Etraf alacakaranlık,
Köprü açıktır henüz.
Bir gün sabah sabah kapıyı çalsam...
Yolculuğum uzun sürmüş oldukça
Gece demir köprülerden geçmiştir tren.
Dağ başında beş-on haneli köyler,
Telgraf direkleri yollar boyunca
Koşuşup durmuş bizle beraber.
Şarkılar  söylemişim pencereden.
Uyanıp uyanıp yine dalmışım.
Biletim üçüncü mevki,
Fakirlik hali.
Lüle taşından gerdanlığa gücüm yetmemiş,
Sana Sapancadan bir sepet elma almışım.
Ver elini haydarpaşa demişiz,
Vapur rıhtımdadır pırıl pırıl,
Hava hafifden soğuk,
Deniz katran ve balık kokulu.
Köprüden kayıkla geçmişim karşıya,
Bir nefeste çıkmışım bizim yokuşu...
Bir gün sabah sabah kapıyı vursam,
-Kim o dersin uykulu sesinle içerden.
Saçların dağınıkdır, mahmursundur.
Kimbilir ne güzel görünürsün sevgilim,
Bir sabah vakti kapıyı çalsam,
Uykudan uyandırsam seni,
Ki, daha sisler kalkmamıştır Haliç ten.
Fabrika düdükleri ötmektedir.


Turgut UYAR


4.10.16

merhaba. mahallede yaşadığım her şey beni iyileştiriyor. eylem, duygu, öykü, didem, sidar, ayhan, öncü, aylin, orçun, özgür, kani, selen, ponçik, hilmi, olcay, güzel kuyruk, saman, izzet... her birinde bambaşka bir öykü var(bunların bir kısmı kedi :) bir de asuman abla var tabii. içimizdeki, en derinimizdeki insan. canım, güzel asuman abla.

iyiyim bu sıralar, ve fazla mutlu olmamaya çalışıyorum, durumları stabilize etmek her açıdan daha güvenilir bir yol, fazla mutluluk istemiyorum, kendimi fazla beklentiye sokmuyorum ki düşüşü en yüksekten yaşamayayım diye(le haine'deki gibi). mimar sinanın sosyoloji yüksek lisans derslerine katılıyorum dışarıdan, bu beni her anlamda tatmin ediyor. bir dersin okumalarını bitirdim. bir ders kaldı. kafede çalıştığımdan mütevellit sadece tek bir gün gidebiliyorum derse. ayrıca cumbalı bir eve taşındım. yeni odamın hayalini kuruyorum. masa, baza ve halı eksiğim var. anıldaki çiçeklerimi, boyalarımı ve eşyalarımı getirmem gerek. aliyle iyiyiz. anılla da iyiyiz. başkaları da olur. yarın marx ve parelman okumaları yapmam gerek. erkenden uyanıp ne kadar okuyabilirsem okuyacağım artık. sonra kafe çıkışı da okurum. he 56 kilo oldum :) sonra zarflara saçlarımdan kesip mektupluyorum güzel mendillerin içinde. mahalle bu sıralar ilaç gibi.

29.8.16

hayallerimin gerçekleşmesi için varlığımı geçici şeyler üzerine dayandırdığım geçici -ve muhtemelen de uzun- bir sürecin içindeyim. tamamiyle esnek ve enformel ilişkilerle yürütülen bir kafede çalışıyorum. esnek ve enformel olması şikayet ettiğim bir şey değil tabii ki. aslında, bu güne kadar hayatımda her ne kadar belli bükülmelerim olduysa da bunlardan en güçlüsü anıl, bir diğeri de bu kafedir. insan insana çok şey öğretiyormuş dostlarım. işte bu kafe, şu an bomboş bir salonda yanı başımda çok tatlı bir kediyle oturmamı sağlayacak yolları yaratmış oldu. hatta öyle ki, kendime olan saygımı, sevgimi, farkındalığımı, zamanı verimli kullanmamı, bedenime olan saygımı, ayakta durabilecek kadar güçlü bir insan olduğumu tekrar görmemi sağladı. burada kaldığım ilk başlarda beynim sürekli, gergin bir şeyler bulup mutsuz olmayı aradı. ama neyse ki birkaç gün sonra tekrar eski sakinliğime kavuştum. artık, bir şeylerle, en önemlisi de kendimle baş edebilmemin yollarını yavaş yavaş buluyor gibiyim. kendimi değersiz ya da bir şeye yaramayan bir insan olarak görmüyorum, değerli de değilim aslında. öyle, herkes gibi yaşıyorum. herkes gibi dertlerim var, iyi bir insan olmaya gayret ediyorum. ve şu sıralar yapmayı sevdiğim en güzel şey paylaşmak. komşumuz gürkanın bu akşam yaptığı unsuz haşhaşlı muffinlerin hepsini yemedim mesela, bunları iki güzel insanla daha paylaşacağım ve bu beni öyle mutlu ediyor ki. şey gibi, 'derken karanfil elden ele'. işte böyle güzelim.

13.8.16

doğru soruları yakalamaya çalışırken kendim içinde boğuluyorum. kim kiminle neler karıştırıyorsa karıştırsın artık. düşünüp çözmeye mecalim kalmadı. kaldı ki iyi değilim. kafam çok karışık. bazı insanlar çok prenses, neden bu kadar hassas ve kırılganlar anlam veremiyorum. herkes bir inci.

24.7.16

elbette

çok üzgünüm. istemediğim şeyler söyleyip kırmamam gereken insanları kırıyorum. üç gün üç arkadaşımı kırdım. bunlardan birisi bana beş ay önce sancılı bir süreç yaşatmıştı.bağırmasıyla birlikte tetiklenen olaylar benim saatler süren titreme krizlerine girmeme neden oluyordu. gene yaptı aynı şeyi. telefonda bağırarak 'benim sana söylediğim şeyleri neden ona söyledin' dedi. bağırmaya da devam ediyor. ben de, bana bu şekilde bağıramayacağını yüz yüze konuşmamız gerektiğini söyledim. çünkü onun daha önce bana bağırmasına izin vermiştim. ve ben ne kadar sakin bir dille anlatmaya çalıştıysam o daha da hiddetlenmişti. her neyse, konuşmayalım diye yakındı. canın sağ olsun dedim. bazı durumlarda hakikaten sınırları çok iyi çizmek gerekiyor. ve bu sefer sınırımı çizebilmiştim. ve daha önce olduğu gibi titremelerim başlamadı.
belki de dostum, dünyanın senin etrafında dönmediğini, herkesin seninle yatmak istemediğini, herkesin senin peşinde koşmadığını anlaman gerekiyor. ve o kadar geç anlıyorsun ki sanki zihinsel gelişimin durmuş gibi. seninle epi topu üç kere konuşmuş birinin seninle 'cilveleştiğini', darbe günü hemen sana 'nasılsın' yazmasının sadece senin özelinde olmadığını bilmen, yaptığın resimleri kullanarak insanlara yürümemen, benim gibi ortak arkadaşlarına 'sevgilisi var mı' diye sormaman gerekiyor. bunları sana söyleyemeyeceğim çünkü beni anlamayacaksın, ve yine beni ağır psikolojik depresyonlara sokacaksın. bu yönüm, hakikaten tekrar tanışmak istemediğim bir yönüm. sana izin vermeyeceğim. çünkü zaman çok çabuk geçiyor ve ben kendimle başa çıkabilme konusunda güzel ilerliyorum, mutlu olmayı, gülmeyi seviyorum. dengesizliğimi dizginliyorum, kendimi biliyor, tanıyorum, geçeceğine ve tekrar konuşacağımıza dair umudum tam.
sağ kolum uyuşuyor.
geçecek. neler geçmiyor ki ? kendimi sürekli özür dileme konumuna düşürmüş buluyorum. insanları kırıyor ve özür diliyorum. bunu yapmamak için biraz durulmaya ihtiyacım var. sakin kalıp düşünmeye, yapıcı düşünmeye.

23.6.16

hey, merhaba! Ne Marmara'nın çeko yüksek lisansına, ne de mimar sinanın sosyoloji yüksek lisans mülakatını kazanabildim. Canım sağ olsun. Ama iyi haber, duygu sayesinde çok tatlı bi kafede iş buldum. Yani o buldu. Orley be!

10.6.16

bugün mimar sinana başvurdum. yüzümün her yerinde gene silivceler çıktı. belki daha uzun ayzarım. çok zormuş ya bu süreç.

7.6.16

salak marmaranın 4lük sistemdeki 2.70'i, 79 puana denk geliyor. YANİ MİMAR SİNANA BAŞVURABİLİYORUM

6.6.16

-sizce 2.80 olur mu ha dostlarım ? olsa ne güzel olur ya. olmasa da napalım. ama gene de umut etmek kötü bir şey.









-sahafımızın ilk röportajı yayında. ama gene de anılın ağzından öylesine çıkan 'ev arkadaşımla beraber açtık' ibaresi ağrıma gitti. o dükkan kolektif açıldı, başlarda dört kişiydik, sonra herkes evindeki kitapları getirmeye başladı, sınavlarımız olduğunda dostlarımız dükkana baktı. kolektif emek vardı. bir de üstüne yetmezmiş gibi anıl, bu haberi okuduğumda üzülmemi 'statü bekliyorsun, ya da başka bir şey' demez mi. çok üzüldüm, o dükkana olan desteğim, sabahın köründe kalkıp pazar pazar gezmemizi görmezden gelmiş gibi hissettim. hiçbir çıkar uğruna yapmamıştım, hiçbir şey beklememiştim dukkandan. neyse, canı sağ olsun.

- bir liste yaptım, fotoğrafçılıkla ilgili izlemem gereken filmler listesi. dün michelangelo antonioni'nin blowup'ını izledim. birsürü şey üretmek istiyorum, eski elif geri döndü gibi çünkü neredeyse iki senedir fotoğraf adına bir şey yapmıyordum. içimde bir şeyler var, yeniden canlandı. bir makas, bir muz ve bir çiçek ve birazcık bekleyin!



5.6.16

high art

beyaz atletlerin ve omuzdan göğüse dökülen ince gömleklerin nasıl bu kadar güzel olabileceğini unutmuşum. ve syd, sen ne güzel bir kadınsın.

rüyamda laverne coxla seviştim.

3.6.16

içselleştirdiğim her şeyin sınırında kalıyorum.

-bok. mimar sinan ganodan 2.80 istiyor. benimki 2.68 ve açıklanmayan 5-6 sınavım daha var ki zorlasan 2.80e ulaşmaz zaten orta halli geçmişti çoğu. mimar sinanın 2.80 istediğini öğrenince yarım saatliğine gene evrene küstüm ama ben en küçük engelde bile böyle düşersem ohoooo. diğer üniversitelerin de sınırlamalarına takılıyorum hep. napalım belki olmaz bu sene yüksek lisans. beklerim. o zamana kadar iki makale daha üretirim. hiç gocunmam. zaten ben kendimi bildim bileli var olan durumlara ayak uydurabilmeyi her zaman başarmışımdır. aferim bana.
-bugün selmin hocadan tezimi aldım. her yerini deşmiş, bunu şöyle deme, böyle yaz, şu kavram olmaz bu akademik bi çalışma, alt başlık aç, sen zaten dünyadaki transseksüellere pek girmemişsin, ben size şunları düzeltmeniz gerektiğini söylüyorum evet utanıyorsun ama ben de sıkılıyorum gibi, gibi.. bir de referans mektubu istedim, verdiği derslerden 80 altı alan öğrencilere refere olmamayı tercih ediyormuş, baktım transkriptime başlarda cc, cb, sonra sonra aa, ba olmuş. bilemedim verir mi. canı sağ olsun. tezin üstündeki emeği yeter.
-deniz diye bir arkadaşıma çıkıcam galiba. aylık 240 lira kira düşen, ataşehirde bahçe katında bir dairede kalıyor.
-neredeyse iki senedir konuşmama kararı aldığım iki arkadaşımla konuşuyorum. şu an öyle güzel bir büyünün içindeyim ki, çok güzel bir duygu bu. ve daha önceden kafaya taktığım tek eşlilik mevzusunu da alaşağı ediyor. sevginin bütüncül bir şey olduğunu algılamalıyız. sevgi bütüncül, aynı anda birden fazla kişilere yoğun hisler duyabiliriz ve bu bizi daha çok özgürleştirir, ki onlara duyduğumuz sevgiyle tek eşli yaşadığımız ilişkiye de daha çok anlam büründürebilir. hiç bozulmasın.
-kadıköy kitap günlerine gittik duygu, anıl ve şafakla. ben altı tane kitap aldım aylak adam yayınlarından. bir de seneler önce filimadamından konuştuğum bir arkadaşımı gördüm, geçen sene de hrant dink'in anmasında görmüştüm de selam verememiştim neden bilmem, pişman olmuşum demek ki, çıktıktan sonra tekrar x-rayden geçip 2.peron 12.sıradaki mert'e selam verdim. sahafa çağırdım. ne güzel insanlar.
-balkonumuzdaki bitkiler inanılmaz büyüyorlar. bitkilerin bir ruhu olduğuna inanıyorum, onlara su vermesen de telepatik olarak onlara karşı duyduğun hislerle mutlu oluyorlar bence. bir arsız kaktüsüm var, çılgın gibi büyüyor. canım.
-bugün pazardan dört makine ve dört filmi 20 liraya çıkarttım. ve bit pazarından 35mm film bulabilmem de ne kadar şanslı olduğumun bir kanıtı gibi. alerjim yüzünden pazara gelecek olan annemi de ektim :(
-kilo almışım, aman boşver, tiroit kontrolüne de gitmiyorum zaten sallamışım yeeeaaaööö
-sonunda duyguma ulaşabildim. yihhu.

bu kadar.

28.5.16

naif şeyler listesi I

- fusi - virgin mountain
- 100 yaşında camdan atlayıp kaybolan adam
- oslo, 31 ağustos
- castillos de carton
- elling

25.5.16

üzülme.

alesten 65 aldım. galatasaray 70 istiyordu. napalım. benim canım sağ olsun (mu). haftalarca okula galatasarayda yüksek lisans yaptığımı hayal ederek şevklene şevklene gitmiştim. demek ki neymiş, (yani ben yelpazeyi daha da genişlettim.) bi hedefe saplanıp kalmak böyle çakozlatıyormuş. yalnızca hedefe değil bir de, kişilere, olaylara, fikirlere saplanıp kalmak çakozlatır. fransızca hazırlık kursu için tek bir kişi alan galatasaray, işte o kişi ben olacaktım. ne hayallerim vardı be. ama üzülmeyeyim. mimar sinan var. kıytırık özel üniversiteler var. emek piyasasında birilerinin ağız kokusunu, kaprisini, beklentilerini o kadar karşılamayacak onurum var ki(teşekkürler çeko), okul bitince bomboşta kalmaktan çok korkuyorum. yüksek lisans olmazsa bir sene daha beklemek istemiyorum. zaten muğlada felsefe okumakla yeterince vakit kaybettim. e bunun bir de, ailemin önyargılarını kırabildiğim için 'akademisyen olacak bu, başka bir iş yapamaz' beklentileri iyice baskı yaratıyor. eskiden takip ettiğim blogların birkaçına tıkladım tekrar, hepsi zehir gibiydi, çoğunun en son yazısı bir işe girmiş olmakla alakalıydı. sonra da bir daha yazmamışlar. hepsi bloglarına veda etmiş. (derdim bloğa veda etmek değil, büyük mevzuyu kavrayalım)(biz 2009'dan beri burdayız gardaş fkdjfd) 
hayat bu. zaten. yarın yaşayacağmızın bile garantisi yok.
(böyle düşününce her şey daha hafif)

24.5.16

yarın tezimin son taslağını vereceğim ve artık beynimi kullanmak istemiyorum.
gerçekten.



lütfen ölme küçük kaktüs, lütfen bizimle kal :(

21.5.16

serdar akarın askerleriyiz jdkfjnsdkl

sinema tarihinde böyle bir sahne var mı acaba

14.5.16

işverenin sendikası mı olur ya

9.5.16

acaba düzlüğe çıkar mıyız? ben çıkacağımıza inanıyorum. her ne kadar bunları yazarken titresem de. beni bu kadar etkileyen şeylerin özünü bulmam gerek. suçlu ya da haksız yok. hepimiz kendimize göre 'bir şey'iz zaten. mevzu, yaşayabilmenin muazzam şımarıklığında. hiçbir şeyden zevk almıyoruz, hiçbir şey mutlu etmiyor. her şeye 'benim' gözüyle bakıyoruz. sanki, ölüp gittikten sonra geriye yalnızca yenmiş kemiklerimiz kalmayacakmış gibi davranıyoruz. herkes, (ben de dahil) herkesten bir şeyler bekliyor. herkes bir beklenti içinde. bu da, farkında olmadan herkese sorumluluk yüklüyor. sevgilimizden bizim istediğimiz gibi davranmasını bekliyoruz, anne babalarımızın bizi çok sevmesini bekliyoruz. oysa, bir kabullenebilsek, bir yaşayabilsek. bu beklentiler karşılanmadığında karşı tarafla çatışıyoruz, kendimizle çatıştığımızı göremiyoruz bile. kendimizi sevmiyoruz aslında. fazla kilolarımızdan, bir yerdeki bi yaramızdan, 'onlar' gibi giyinemeyip , 'onlar' gibi olamayıp, 'onlar' gibi düşünüp davranamadığımızdan yakınıyoruz. ah bir kabullenebilsek, bir düzlüğe çıkabilsek.. işler öyle bir raddeye geliyor ki bedenimize bile saygı duymuyoruz, titremeler geliyor, kafamızda kaşıntılar çıkmaya başlıyor, bileklerimizi kestiğimizi, boğazın o derin sularına düşerken hayal ediyoruz. bu hem istemsizce oluyor, hem de isteyerek, bilerek. öyle ki, intiharı sırf arkamızda kalanlar acı çeksin diye gözümüzün önünde canlandırdığımız bile oluyor! ne kadar bencilce, ne kadar kötücül!

go to sleep

8.5.16


8.5.16
merhaba blog. tezimde 30. sayfaya ulaştım. benim için sayfa sayısı nitel anlamda pek bir şey ifade etmese de aylardır okuyup okuyup 15.sayfada kalmaktan iyidir diye düşünüyorum. bugün alese girdim. öncekinden daha iyiydi ta ki, görevli 'son beş dakika' diyince kadar. sayısal ikiye daha yeni geçmiştim halbuki. (öncekinden daha iyi dediysem öncekinden 4-5 soru daha iyi). bunun dışında genel anlamda baya iyiyim. sondan bi önceki görüştüğüm psikiyatrist bana 'anksiyete bozukluğun var' dediğinden beri kaygılarımı deşmeye, onları anlamlandırıp çözmeye çalıştım; kendi kendime, anılla, kitaplarla.. gariptir kierkegaard'ın kaygısını okuyunca (tez yazmam, tez dışındaki her şeyi yaparım) biraz daha iyiyim sanki. hem psikolojik olarak hem de tezsel süreç bağlamında. kafamda tezle ilgili sorular canlanıyor, neyi nereye nasıl bağlayacağımla ilgili, ve sonra okuma yetim devreye girip hop! buluyorum cevabını. bu iyi bir şey. mesela eşcinsellikle transseksüelliğin ne bağıntısı var? aslında pek de yok gibi görünüyor zira biri cinsel yönelimle alakalı diğeri ise cinsiyetle alakalı. işte bu sorunu pınar selek çok iyi bağlamış, -en azından türkiyede- transseksüellerin izleği eşcinsellik alt kültürüne dayalı olarak gelişmiş. 
neyse, kaç senedir buradayım ve buradan birsürü güzel dost edindim, bu dostlardan birinin bloğunu okurken onu buradan tanıdığım günden beri ne kadar idealist bir insan olduğunu düşündüm. sonra, benim de, bu kaygı zırvalıklarını bırakıp ideallerim yolunda harekete geçmem gerektiği aklıma en sonunda düştü... mayıs sonuna doğru istediğim okulların yüksek lisans başvuruları başlıyor. gönlümden galatasaray sosyoloji geçiyor ama who knows tabiki. tabi galatasarayı hayal edebilmek için dayanaklarım var. mesela mülkiyede makale yazmış olmam ve şu anki bitirme tezimin toplumsal cinsiyete farklı bir alanla yaklaşıyor olması gibi... disiplinler arası bir şeyler üretmeye çalıştığımı düşünüyorum. kaynak okumaktan cılkım çıktı.......................................................

sarmaşık internete düşmüş, akşama sarmaşık izliycezzz ;)


30.4.16

bitirme tezimin word dosyasını açtığımda içinin bomboş olması :)
beni sınıyorsun galiba ?

13.4.16

dün psikiyatriye gittim. neredeyse 5 dakikada son 3 aydır yaşadığım sıkıntıların sonuçları anlattım. bir saatlik titreme krizimi bana bir şey nöbeti geçirmişsin diye özetledi. prozac yazdı. kullanmıycam. bu aralar bok gibiyim :)

26.2.16

iki yakınım vefat etti. anılla ara verdik. psikolojik sıkıntılarım bedenimi saatler süren titreme krizlerine sokacak hale geldi. tez yazıyorum. derslere gidip geliyorum, gidip geliyorum. beynimi boşaltmak için işte benim stilim izliycem şimdi. klişe olacak ama, yaşamaya kısa bir ara vermem gerek.

14.2.16

bebek arabalarını neden kadınlar sürer?

merhaba. ben bir süredir çevremdeki, hatta ülkedeki tüm erkeklere tiksintiyle bakıyorum. her şeye 'pis, erkek sonuçta' diye bakar oldum. ki bence haklıyım da. hiç üzerinize yürüyen erkekler oldu mu? yolda böyle, durup dururken, ve böyle onlar üzerinize gelirken 'aman değmesin' diye aniden yön değiştirip sendelediğiniz? daha geçen hafta metroda taciz edildim, işte galiba. yani yanaşıp yanaşmadığını çözemiyorum, ve sesimi de çıkaramıyorum. dahası çok sevdiğim bir arkadaşımın erkek arkadaşı kıza dün 'MEMELERİNİ ÖRT, GELEN GEÇEN OLUYOR' dedi. ki kızın beyaz bluzunun içinden sütyeni belli oluyordu. açık bir meme de yok yani. dayanamayıp 'sanane' dedim. 'yani şimdi elif sen anlamazsın' NE YANİ ŞİMDİ BU? o kadar foucault okuyorsunuz lan ne bileyim, derrida falan. kafalarınızın köşelerinin bir yerlerinde kalmış pis, eril, erkek, en erkek, argo, hastalıklı, tacizci, tecavüzcü, böyle tanımlayamadığım iğrenç bir hegemonya var. etrafınızdaki her şeye karşı, kadınlara, köpeklere, kedilere, hayvanlara, çocuklara, siz gibi olmayanlara, siz gibi en erkek olmayanlara, kodu mu oturtmayanlara, elinin tersiyle çarpmayanlara, 'karı gibi' zırlayanlara dayattığınız şiddete bürünmüş bir hegemonya var.
gerçekten 'erkeklik' mevzusunu anlamaya çalışıyorum, ama anlaşılacak bir tarafı yok gibi de duruyor. sakalınızdan, kıyafetlerinizden bile midem bulanıyor.
hiç mutlu değilim bu ülkede, hiç güvende hissetmiyorum, akşam eve dönerken yanımdan bir erkek yürüyorsa, yavaşlayıp beni geçmesini bekliyorum ki kendimi güvende hissedeyim. apartmanın kapısını kapattıktan sonra bile ayetel kürsi okuyorum aman apartmanda birisi saklanmış olmasın diye, sanki ne olacaksa.
neyse, gittikçe tahammülsüzleştiğimin farkındayım. ama ben daha çok, inadına 'SANANE' diyeceğim. sanane demek zorundayım, kendi çevremden başlamazsam toplumu da değiştiremem gibi masumane bi fikre kapılmış durumdayım. ama olsun.

31.12.15

yılbaşında ne yapıyorsun sorusu şu günün şartlarına göre oldukça şımarıkça

pazardan 15 liraya bulduğum diana f'i 35mmlik kameraya dönüştürdüm. bir hevesle dönüştürdüm ki bunun altında yatan sebebin kendisi de ahmet uluçay'dı. dün ahmet uluçay'ın karpuz kabuğundan gemiler yapmak filmini izledim. ilk uzun metrajlı filmiymiş. sonra yönetmenin kendisiyle yapılan, müşfik kenterin hikayeleştirdiği bi röportajını izledim. insanın içini ısıtıyor doğrusu.
aşağıda makineyi nasıl dönüştürdüğümün aşama aşama fotoğrafları ve kaynak vidyosu var. diana 35mm back zımbırtısının fiyatlarına da bakınca böyle bir şey elzem geliyor. çok basit, biraz bant, küçücük bi alüminyum folyo ve 120mm boyutunda sert bir cisimle işinizi görebilirsiniz.






25.12.15

2015

iki senedir listesini tuttuğum birtakım başlıklar var; okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, gittiğim yerler vs. bunlar da 2015'inkilerdi.


izlediğim filmler
1-pom poko
2-mr pip
3-trash
4-i origins
5-what we did on our holiday
6-experiment
7-fırınların saati
8-horns
9-gone girl
10-camp x-ray
11-housebond
12-ma vie en sore
13-kadın olduğum gün
14-kralın adamları ve ben
15-madde 16:yaşama hakkı
16-newala qasaba
17-ex machine
18-fargo
19-pi
20-10 things that i hate you
21-mr. turner
22-çingeneler zamanı
23-liberal arts
24-ansiktet
25-st. vincent
26-der verdingbub
27-sıkı gözlenen trenler
28-toprak ve özgürlük
29-kouvboy
30-the tribe
31-pitch perfect
32-pitch perfect 2
33-mommy
34-the breakfast club
35-pride
36-sightseers
37-amores perros
38-tom at the farm
39-chef
40-don jon
41-eyes wide shut
42-gece yarısı sokakta tek başına dolaşan kız
43-blind
44-rust and bone
45-la passe
46-mustang
47-starbuck
48-duvara karşı
49-when pigs have wings
50-kış uykusu
51-youth
52-blackbird

okuduğum kitaplar
1-gavur mahallesi
2-toltek dönüşüm yolu
3-sürüne sürüne erkek olmak
4-işsizlik hakkı
5-bir kadının yaşamından 24 saat
6-sırça köşk
7-angel dayı
8-ölüler
9-algı kapıları
10-iyi yürekli yaşlı adamla güzel kızın öyküsü
11-gösteri toplumu
12-türkiye'de çocuk emeği
13-bolivar iki kişiyi çekemez
14-ölmeden önce ölünüz
15-insan postuna bürünmüş köpek
16-beton ada
17-doğu öyküleri
18-deli kadın hikayeleri
19-bir nedene sunuldum

gittiğim konserler
1-elif çağlar
2-schubertiade
3-yolda
4-ayur trio
5-kazım koyuncu anısına

gittiğim tiyatrolar
1-ikinci dereceden işsizlik yanığı
2-yaşamak denen bu zahmetli iş
3-midirfillik
4-eşek arıları
5-ikinci bölüm

gittiğim yerler
1-hatay, samandağ, adana, ankara
2-salt beyoğlu
3-don kişot
4-bitki gezisi, moda
5-toplumsal travmalarla nasıl baş edilir
6-kongre-ankara

19.12.15

yalçın tosun ve gündelik yaşam üzerine bir deneme

mezun olmadan önce kars yolculuğu için ön hazırlıklar I - genel bilgiler

1. seheri ve şafağı ikna et. yalvar.
2. bu deneyimi yaşamış insanların blogları;
http://www.bizevdeyokuz.com/dogu-ekspresi-onemli-bilgiler
http://www.neredekal.com/blog/dogu-ekspresi-hakkinda-merak-edilen-10-sey/
http://gokhanucar.blogspot.com.tr/2010/01/dogu-ekspresi.html
http://gezginilegolgesi.blogspot.com.tr/2012/05/dogu-ekspresi.html
https://yoldakitosbaga.wordpress.com/2014/12/06/dogu-ekspresi-ile-ankaradan-karsa-karsa-varis/
http://eflatundinozor.blogspot.com.tr/2013/02/ankara-kars-dogu-ekspresi.html
http://eflatundinozor.blogspot.com.tr/2013/03/gormek-gerek-ani-harabeleri.html
http://eflatundinozor.blogspot.com.tr/2013/03/cildir-golunde-balik-bereketi.html
http://eflatundinozor.blogspot.com.tr/2013/02/az-gittim-uz-gittim-karsa-gittim.html
http://gundeliklakirdilar.blogspot.com.tr/2015/05/dogu-ekspresi-ile-yolculuk.html
http://gezginetek.blogspot.com.tr/2014_05_01_archive.html
http://derindenizbaligiyimben.blogspot.com.tr/2013/03/dogu-ekspresi.html
http://sulusepken.blogspot.com.tr/2015/02/ocakta-dogu-ekspresi.html
https://www.youtube.com/watch?v=uTwIgxquAq4
https://eksisozluk.com/dogu-ekspresi--167179

3. kalacak yer ayarla.
4. film stoğu. kameralarının çalıştığından emin ol ve tahmini bir film stoğu hazırla.